Gazeteci Hasan Söylemez, çalıştığı gazeteden istifa etti. Tüm
parasını çocuklara dağıttı, kredi kartlarını iptal etti. 11 Temmuz
2010’da bisikletiyle düştü yollara. Sekiz buçuk ayda 10 bin 140
kilometre pedal çevirdi ve bir kitap yazdı.
Neden ‘normal’ hayatın nimetlerini bırakıp dere tepe, asfalt patika pedal çevirdiniz?
– Çok bunalmıştım. Her geçen gün kendimi daha çok yalnız, çaresiz ve
mutsuz hissediyordum. Hiçbir şeyden zevk alamıyordum. Değişime ihtiyacım
vardı. Bütün algılarımı açarak hayata ve doğaya karışmak istiyordum.
Paranın satın alamayacağı çok değerli şeylerin olduğunu biliyordum.
Paranın bana verdiği ‘özgüven’ ve ‘güç’ duygusundan kurtulmam
gerekiyordu. Paranın hayallerimize ulaşmakta o kadar da önemli
olmadığını kanıtlamak istedim.
Bisiklet size ne ifade ediyor?
– Hayatımda sahip olduğum ilk bisikletle üç hafta sonra Türkiye turuna
çıktım. Bisiklet, dünyanın en en masum ulaşım aracı. Çok ucuz, sağlıklı
ve çevreci. Doğaya hiçbir zararı olmaz. Bisiklet, uzun yollarda
insanlarla ve kendimizle tanışmamızı sağlar. En yakın arkadaştır. Tek
kişiliktir, pedal döndükçe çok kişilik olur, isyandır, özgürlüktür,
huzurdur, mutluluktur. Aylarca ruhumdaki yaraları bantlaya bantlaya yol
aldım. Huzurluydum. Doğada pazartesi yoktu.
Kilo vermenin dışında hayatınızda neler değişti?
Bu yolculukta ne kadar çok hayret ettiğimi fark ettim. Gözlerimi
kapattığımda hep tebessüm ederken buluyordum kendimi. Küçük şeylerden
büyük mutluluklar çıkarabilmeyi öğrenmiştim. Şöyle bir menemen
tenceresinin dibini sıyırmanın verdiği keyif, doğanın en güzel
mucizelerinden olan böğürtlenin damakta bıraktığı ekşimsi tat, midenin
yemekle buluştuğu andaki coşku, insanların içindeki en samimi duygularla
tanışmak. Hiç olmadığım kadar mutluydum.
Hep de tozpembe geçmemiştir yolculuğunuz. Neler yaşadınız?
– İçtiğim suyun tadı her yerde farklıydı. Bir insanla tekrar karşılaşma
ihtimalim çok düşüktü. Bilinmezlere doğru, tesadüflerle dolu,
beklentilerden yoksun yolculuk yapıyordum. Kimi zaman yiyecek ekmek
bulamadım, kimi zaman Halil İbrahim sofrasında buldum kendimi.
Tarlalarda çapa yaptım, bulaşık yıkadım. Bazen hiç tanımadığım ailelere
evlat oldum, bazen köylerden kovuldum. Çadır kuracak yer bulamadım,
sokakta uyudum.
Geride bıraktığınız konforu özleyip pişman oldunuz mu hiç?
İki defa hastalandım ve hiç tanımadığım insanlar beni misafir edip
günlerce baktılar. Ruh huzurluysa fiziksel rahatsızlığın anlamı
kalmıyor. Acı çekmiyordum dersem yalan söylerim. Ama hiç şikâyet
etmedim. Bir kez bile yolculuğu bırakıp dönmek aklımdan geçmedi.
Bisiklet üstünde bol bol düşünme fırsatınız olmuştur…
– İnsan kendi içine bir yolculuk yapmak istiyorsa fiziksel yolculuk da
yapmalı. Geçmişinizle, hayatla, insanlarla hesaplaşırsınız. Bazen
kendinizden nefret edersiniz bazen gurur duyarsınız. Canınızı yakan
darbeler vurduğunuz gibi kanayan yaralarınızı da kendiniz tedavi
edersiniz.
Unutamadığınız dostluklar da kurdunuz mu?
– Hem de çok. Mesela Kazım Koyuncu’nun evinde kaldım. Anne-babası,
abisiyle çok vakit geçirdim. Kazım Koyuncu, Karadeniz müziğini
milyonlara duyurmuş, farklı coğrafya insanlarını bu müzik diliyle aynı
potada buluşturmuş bir sanatçıydı. O da Çernobil’in azizliğine uğramış
bir Karadenizliydi. Gitarıyla, şarkılarıyla, duruşuyla en güzel ‘hayır’
diyen oydu.
Yollarda çektiğiniz fotoğrafları nasıl değerlendirdiniz?
– Sergiler düzenledim. Satışlardan elde edilen gelirleri Kansere Umut
Vakfı’na, köy okullarına ve TEMA’ya bağışladım. Trabzon sergisiyle bir
kanser hastasının yüzü güldü. Iğdır’da Karakuyu Köyü İlköğretim
Okulu’ndaki çocuklar sevindi, Akdeniz ve Ege’de yüzlerce ağaç dikildi.
Van’da çektiğim kedi fotoğrafını yolculuk sonrası çoğaltıp İstiklâl
Caddesi’nde sattım. Geliriyle de kışlık çorap alıp Van’da dağıttım. 4
bin 700 deprem mağduru çocuğun ayakları ısındı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder